6 Kasım 2013 Çarşamba

I. AHLAKİ İDEALİZM VE FELSEFİ İDEALİZM

Materyalizm konusunda, günlük konuşma dilinde, nasıl bir anlam karışıklığı yaratıldığını göstermiştik. İdealizm konusunda da aynı karışıklık vardır.

Gerçekten de ahlaki idealizm ile felsefi idealizmi birbirine karıştırmamak gerekir.

Ahlaki idealizm, insanın kendisini bir davaya, bir ülküye adaması demektir. Tüm dünyadaki işçi hareketinin tarihinden öğreniyoruz ki, sayılamayacak kadar çok devrimci ve marksist, yaşamlarını feda edecek kadar, kendilerini manevi bir ülküye adamışlardı ve bununla birlikte gene de felsefi idealizm denilen şeye karşıydılar.

Felsefı idealizm, dünyanın ruh ile açıklanmasını temel alan bir öğretidir.

Bu öğreti, felsefenin temel sorusuna, "en önemli, başlıca ve ilk öğe, düşüncedir" diye yanıt veren öğretidir. Ve idealizm, düşüncenin birinci derecede önemli olduğunu ileri sürerken, varlığı, düşüncenin yarattığını ya da başka bir deyişle maddeyi, ruhun yarattığını ileri sürmektedir. İdealizmin ilk görünüşü böyledir; ve idealizm, dinlerde, salt ruhun, yani tanrının, maddenin yaratıcısı olduğunu ileri sürerek, tam gelişmesini bulmuştur.

Bugün de felsefe tartışmalarının dışında olduğunu ileri süren ve sözde dışında olan din, gerçekte, tersine, idealist felsefenin dolaysız ve mantıklı sunuluşudur.

Berkeley
Oysa, yüzyıllar boyunca işe karışan bilim, kısa zamanda, maddeyi, dünyayı, şeyleri, yalnızca tanrı ile açıklamaktan başka bir açıklama biçimini, zorunlu hale getirdi. Çünkü, daha 14. yüzyılda, bilim, doğa olaylarını, tanrıyı hesaba katmaksızın ve yaradılış varsayımından vazgeçerek açıklamaya başladı.

Bilimsel, materyalist ve tanrıtanımaz bu açıklamalarla daha iyi savaşabilmek için elbette ki idealizmi daha ilerilere götürmek, maddenin varlığınz bile yadsımak gerekti.

İşte 18. yüzyılın başlarında, bir İngiliz piskoposu olan ve idealizmin babası diye adlandırılan Berkeley'in dört elle sarıldığı şey budur.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.