25 Ekim 2013 Cuma

II. DÜNYANIN YALNIZCA BİZİM DÜŞÜNCEMİZDE VAR OLDUĞU DOĞRU MUDUR?

Bu soruyu incelemeden önce, okumalarımızda sık sık karşılaşacağımız ve kullanacağımız iki felsefe terimini iyice öğrenmeliyiz.

Öznel gerçek (yalnızca bizim düşüncemizde varolan gerçek anlamına gelir.)

Nesnel gerçek (düşüncemizin dışında varolan gerçek anlamına gelir).

İdealistler, dünya nesnel bir gerçek değil, ama öznel bir gerçektir, derler.

Materyalistler ise, dünya nesnel bir gerçektir, derler.

Dünyanın ve şeylerin yalnızca bizim düşüncemizde varolduğunu bize tanıtlamak için piskopos Berkeley, onları (renk, büyüklük, yoğunluk gibi) özelliklerine ayrıştırır. Ve bireylere göre değişen bu özelliklerin, şeylerin kendilerinde değil, ama bizim her birimizin ruhunda olduğunu iddia eder. Bundan, maddenin nesnel değil, ama öznel olan bir özellikler kümesi olduğu, dolayısıyla varolmadığı sonucunu çıkarır. Eğer güneş örneğini tekrar ele alırsak, Berkeley, kırmızı, yuvarlak nesnel gerçeğine inanıp inanmadığımızı bize sorar; ve özellikleri, tartışma yöntemi ile, kendi yöntemi ile, güneşin, kırmızı ve yuvarlak olmadığını bize gösterir. Demek ki, güneş nesnel bir gerçek değildir, çünkü, kendi kendine var değildir; ama ancak öznel bir gerçektir, çünkü yalnızca bizim düşüncemizde vardır.

Materyalistler, güneşin, kırmızı, düz bir yuvarlak olarak gördüğümüz için varolduğunu ileri sürmezler, -çünkü bu, çocukların ve gerçeği denetlemek için duyularından başka şeyleri olmayan ilk insanların safça, çocuksu gerçekçiliğidir ama onlar, güneşin varolduğunu, bilimin yardımıyla doğrularlar. Bilim, gerçekten de, duyularımızın bizi düşürdüğü yanılgıları düzeltmemize olanak verir.

Ama, bu güneş örneğinde, sorunu açıkça koymalıyız. Berkeley'le birlikte, biz de, güneşin yuvarlak olmadığını, kırmızı olmadığını söyleyeceğiz, ama onun çıkardığı sonuçları, güneşi nesnel gerçek olarak yadsımasını kabul etmeyeceğiz. 

Şeylerin özelliklerini değil, onların varlığını tartışıyoruz.

Duyularımızın bizi yanıltıp yanıltmadığını, maddi gerçeği bozup bozmadığını anlamak için değil, ama bu gerçeğin bizim duyularımızın dışında varolup olmadığını bilmek için tartışıyoruz. Peki, materyalistler, bu gerçeğin bizim dışımızdaki varlığını kesin olarak söylüyorlar ve onlar kanıtlarını doğrudan doğruya bilimden alıyorlar.

İdealistler haklı olduklarını bize göstermek için ne yapıyorlar? Sözcükler üzerinde tartışıyorlar, büyük söylevler veriyorlar, sayısız sayfalar dolduruyorlar. 

Bir an haklı olduklarını varsayalım. Dünya, yalnızca bizim düşüncemizde var ise, insanlardan önce var değildi demektir. Biliyoruz ki, bu yanlıştır, çünkü bilim, insanın yeryüzünde çok sonradan ortaya çıktığını bize tanıtlıyor. O zaman, bazı idealistler bize diyecekler ki, insandan önce hayvanlar vardı ve düşünce, hayvanlarda eğleşebiliyordu. Ama biz, hayvanlardan önce hiçbir organik yaşamın olanaklı olmadığı, üzerinde oturulmaz bir yeryüzü olduğunu biliyoruz. Daha başkaları da diyecekler ki, yalnız güneş sistemi var idiyse ve insanlar mevcut değil idiyse de, ruh, tanrıda mevcuttu. Böylece idealizmin en yüksek biçimine varıyoruz. Tanrı ile bilim arasında bir seçim yapmamız gerekiyor. İdealizm tanrısız tutunamaz, desteklenemez, tanrı ise, idealizmsiz varolamaz.

İdealizm ve materyalizm sorununu, tam şöyle koymak gerekir: Kim haklı? Tanrı mı, bilim mi?

Tanrı, maddenin yaratıcısı salt bir ruhtur, tanıtsız bir iddiadır.

Bilim, pratikle ve deneyle dünyanın nesnel bir gerçek olduğunu bize tanıtlayacak ve şu soruya yanıt vermemize olanak sağlayacaktır:

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.