1 Eylül 2013 Pazar

II. ŞEYLER KENDİ KARŞITLARINA DÖNÜŞÜR

Metafizikçi, karşıtları, birbirinin karşısına koyar, ama gerçek bize gösteriyor ki, karşıtlar birbirine dönüşür; şeyler, kendileri olarak kalmaz, ama karşıtlarına dönüşür. Eğer doğru ile yanlışı incelersek, şöyle düşünürüz: bunlar arasında ortak hiçbir şey yoktur. Doğru doğrudur ve yanlış yanlıştır. Bu, tekyanlı bakış açısı, iki karşıtı, kabaca birbirinin karşısına koyar, tıpkı ölüm ile yaşamı karşı karşıya koyduğu gibi.

Gene de, "Bakın yağmur yağıyor!" desek, bazan öyle olabilir ki, biz daha sözümüzü bitirmeden, artık yağmur yağmayabilir. Bu tümceye başladığımız zaman sözümüz doğru idi, ama yanlışa dönüştü. (Yunanlılar da daha önce bu durumu saptamışlardı ve yanılmamak için hiçbir şey söylememek gerekir diyorlardı!)

Gene, yeniden elma örneğini alalım. Yere düşmüş olgun bir elma görülür, ve "İşte olgun bir elma" denir. Bununla birlikte, o, belirli bir zamandan beri yerdedir ve çürümeye başlamıştır bile; böylece doğru, yanlış olur. Bilimler de, bize uzun yıllar boyunca "doğru" sayılmış, ama, bilimsel ilerlemeler sonucu, belirli bir anda, "yanlış" oldukları meydana çıkmış sayısız yasa örnekleri verirler. Şu halde görüyoruz ki, doğru yanlışa dönüşür. Acaba yanlış da doğruya dönüşür mü?

Uygarlığın başlangıcında, özellikle Mısır'da, insanlar, güneşin doğmasını ve batmasını açıklamak için tanrılar arasında kavga yapıldığını tasarlıyorlardı; bu, tanrıların, güneşi hareket ettirmek için itildiğinin ya da çekildiğinin söylenmesi ölçüsünde yanlıştı. Ama bilim, gerçekten güneşi hareket ettiren güçler (salt fizik güçler, başka nedenler) olduğunu söyleyerek, bu düşünüş biçimine kısmen hak verir. Öyleyse görüyoruz ki, yanlış, açıkça doğruyla karşı karşıya değildir. Şeyler kendi karşıtlarına dönüşüyorsa, bu, nasıl olanaklı olur? Yaşam ölüme nasıl dönüşür?

Yalnızca yaşam olsaydı, yaşam yüzde-yüz yaşam olsaydı, o, hiçbir zaman ölüm olmazdı; ve eğer ölüm, tüm olarak kendi kendisi, yüzde-yüz ölüm olsaydı, birinin ötekine dönüşmesi olanaklı olmazdı. Ama yaşam içinde ölüm, ve dolayısıyla ölüm içinde yaşam, daha önce de vardır. 

Yakından bakarken göreceğiz ki, bir canlı varlık hücrelerden oluşur; hücreler, kaybolarak ve aynı yerde yeniden görünerek yenilenirler. Hücreler, canlı bir varlığın içinde durmadan yaşarlar ve ölürler, öyleyse orada hem yaşam, hem ölüm vardır.

Gene biz biliyoruz ki, bir ölünün sakalı uzamaya devam eder. Tırnakları ve saçları da uzar. İşte açıkça, yaşamın, ölümün içinde devam ettiğini, kesin olarak kanıtlayan olaylar. 

Sovyetler Birliği'nde, bir ölünün kanı, özel koşullar içinde saklanıyor ve kan aktarımı için kullanılıyor; böylece, bir ölünün kanıyla, bir canlı iyileştirilir. Dolayısıyla, diyebiliriz ki, ölümün bağrında yaşam vardır.

"Öyleyse yaşam da şeylerin ve süreçlerin kendinde varolan, ara vermeden ortaya çıkan ve çözülen bir çelişkidir. Ve çelişki biter bitmez, yaşam da biter, ölüm başgösterir."[58]

Öyleyse, şeyler yalnız birbirine dönüşmekle kalmaz, hatta bir şey yalnız kendi kendisi değildir, aynı zamanda kendisinin karşıtı olan başka bir şeydir de, çünkü her şey kendi karşıtını da içinde taşır.

Her şey, aynı zamanda, hem kendini, hem de karşıtını içerir.

Bir şey, bir çemberle gösterilirse, burada, merkezden dışa doğru itiş örneğinde olduğu gibi, bu şeyi yaşama doğru iten bir güç bulacağız (dışa doğru baskı), ama aynı zamanda, bu şeyi, tam karşı doğrultuda, dıştan merkeze doğru iten ölüm güçlerini de bulacağız (içe doğru baskı).

Böylece her şeyin içersinde, birbirine karşı güçler, uzlaşmaz güçler birarada bulunurlar.

Bu güçler arasında ne olur? Birbirlerine karşı savaşım verirler. Öyleyse, bir şey, değişikliğe, yalnızca bir yönde etki yapan bir güç tarafından uğramaz; her şey, gerçekte, birbirine karşı doğrultuda iki güç tarafından değişikliğe uğrar. Şeylerin olumlanmasına (affirmation, tasdik) ve yadsınmasına doğru, yaşama doğru ve ölüme doğru. Şeylerin olumlanması ve yadsınması ne demektir?

Yaşamın içinde, yaşamı koruyan ve sürdüren, yaşamın olumlanmasına yönelik güçler vardır. Ayrıca canlı organizmalarda, yadsımaya doğru yönelen güçler de vardır. Her şeyde, güçlerden bazıları olumlamaya eğilimlidir ve diğer bazıları yadsımaya eğilimlidir, ve olumlama ile yadsıma arasında çelişki vardır.

Demek ki, diyalektik, değişmeyi ortaya çıkarır, peki ama neden şeyler değişirler? Çünkü şeyler, kendi kendileriyle uyum halinde değildirler, çünkü güçler arasında, uzlaşmaz iç karşıtlıklar arasında savaşım vardır, çünkü çelişki vardır. İşte diyalektiğin üçüncü yasası: Şeyler değişir, çünkü kendi kendilerinde çelişkiyi içerirler, kendi içlerinde çelişki taşırlar. 

(Biz, zaman zaman (diyalektik gibi, otodinamizm gibi) az çok karmaşık sözcükler ya da geleneksel mantığa aykırı gibi görünen ve anlaması güç terimler kullanmak zorunda kalıyorsak, bunu, burjuvaziyi örnek aldığımız ve şeyleri yerli yersiz, herhangi bir neden yokken karmaşıklaştırmayı sevdiğimiz için yapmıyoruz.[59] Ama, başlangıç niteliğinde olsa da, bu incelemenin olabildiğince eksiksiz olmasını ve sonra bu terimleri kullanan Marx, Engels ve Lenin'in felsefe yapıtlarının daha kolay anlaşılmasını sağlamak istiyoruz. Demek ki, alışılmamış bir dil kullanmamız gerekiyor, bu dili, bu inceleme sınırı içinde, onu herkesçe anlaşılabilir bir hale getirmeye çok önem veriyoruz.)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.