6 Ağustos 2013 Salı

III. EKONOMİK YAPI VE İDEOLOJİK YAPI

Tarihsel materyalizmi okurken toplumların tarihinin şu aşağıdaki zincirleme sıralanışla açıklandığını görmüştük: insanlar, tarihi, kendi işleri, eylemleri ile, iradelerinin ifadesi olan eylemleri ile yaparlar. İnsanların iradelerini belirleyen fikirleridir. Gördük ki, insanların fikirlerini, yani onların ideolojilerini açıklayan şey, sınıfların kendilerini ortaya koydukları toplumsal çevre, toplumsal ortamdır.

Ayrıca biz gördük ki, ideolojik etken ile toplumsal etken arasında, toplumsal savaşımın ifadesi olarak ideolojik savaşımda görünen siyasal etken bulunur.

Öyleyse biz, tarihsel materyalizmin ışığında toplumun yapısını araştırırsak, temelde ekonomik yapıyı, sonra, onun üstünde, siyasal yapıya dayanan toplumsal yapıyı, ve en sonu ideolojik yapıyı göreceğiz.

Biz görüyoruz ki, materyalistler için, ideolojik yapı sondur, toplumsal bünyenin tepesidir, oysa, idealistler için toplumsal yapı, temeldir.

"Varlıklarının toplumsal üretiminde, insanlar aralarında zorunlu, kendi iradelerine bağlı olmayan belirli ilişkiler kurarlar; bu üretim ilişkileri, onların maddi üretici güçlerinin belirli bir gelişme derecesine tekabül eder. Bu üretim ilişkilerinin tümü, toplumun ekonomik yapısını, belirli toplumsal bilinç şekillerine tekabül eden bir hukuki ve siyasal üstyapının üzerinde yükseldiği somut temeli oluşturur [bu, ideolojik şekillenme demektir]. Maddi yaşamın üretim tarzı, genel olarak toplumsal, siyasal ve entelektüel yaşam sürecini koşullandırır."[85]

Öyleyse biz görüyoruz ki, toplumun temelinde ekonomik yapı vardır. Buna, (aşağıdaki yapı anlamına gelen) altyapı da denir.

Bütün biçimleri, ahlak, din, bilim, şiir, sanat, edebiyat gibi bütün biçimleri içine alan ideoloji, üstteki yapıyı - ya da (tepedeki yapı anlamına gelen) üstyapıyı oluşturur.

Materyalist teorinin gösterdiği gibi, fikirlerimizin şeylerin yansısı olduklarını ve bizim toplumsal varlığımızın bilinci belirlediğini bildiğimize göre, şimdi artık, üstyapı, altyapının yansısıdır diyeceğiz.

İşte Engels'in, bunu, bize pek iyi tanıtlayan bir örneği:

"Kalvin'in inancı, çağının en gözüpek burjuvalarına uygundu. Onun alınyazısı öğretisi, rekabete dayalı ticaret dünyasında, başarının ya da başarısızlığın bir insanın çalışkanlığına ve becerikliliğine değil de, onun denetleyemeyeceği koşullara bağlı olduğu olgusunun dinsel dışavurumuydu. Bu koşullar, isteyenin ya da rekabet edenin buyruğunda değildir; tersine, bilinmedik üstün ekonomik güçlerin lütfuna bağlıdır; ve bu, bir ekonomik devrim döneminde, bütün ticari merkezlerin ve yolların yerlerini yenilerinin aldığı çağda, Hindistan'ın ve Amerika'nın dünyaya açıldığı dönemde, ve en kutsal ekonomik imanların -altının ve gümüşün değeri- sarsılmaya ve yıkılmaya başladığı bir dönemde, özellikle doğruydu."[86]

Gerçekte, tüccarlara göre; ekonomik yaşamda ne olmaz ki? Tüccarlar rekabet halindedirler. Tüccarlar, burjuvalar, bu rekabetten deneyim kazanırlar, bu yarışmada yenenler ve yenilenler vardır. Çoğu kez, en işini bilirler, en zekiler, rekabetle, çıkagelen ve onları yere seren bir bunalımla yenilmişlerdir. Bu bunalım onlar için önceden görülemeyen bir şeydir, hatta onlara kaçınılmaz bir alınyazısı gibi gelir. Ve işte gerekçesi olmayan, en az kötü olanların bazen bunalımı atlattıkları, bunalımdan sonra da yaşaya kaldıkları fikri, protestan dinine geçirilmiştir. Bazılarının şans eseri başarıya "erişmeleri", bu alınyazısı fikrini besler; o alınyazısı fikri ki, buna göre, insanlar, tanrı tarafından, bütün sonsuzluk için saptanmış bir yazgıya katlanmak zorundadırlar.

Ekonomik koşulların yansısı olan bu örneğe göre, üstyapının, nasıl altyapının yansısı olduğunu görüyoruz.

Bir örnek daha: Sendikalı olmayan, yani siyasal bakımdan gelişmemiş iki işçinin zihniyetini alalım; biri, işin verimli olduğu çok büyük bir fabrikada, öteki de küçük bir zanaatçının yanında çalışıyor olsun. Açıktır ki, ikisinin de birbirinden ayrı bir patron anlayışları olacaktır. Birine göre patron, kapitalizmin karakteristik, yırtıcı sömürücüsüdür; öteki ise, patronu, bir emekçi olarak görecektir, elbette halinden memnun, ama emekçi ve zorba değil.

Elbette ki onların patronluğu anlayış biçimlerini belirleyecek olan, çalışma koşullarının yansısıdır.

Bu örnek, bizi, açık ve kesin olmak için bazı uyarmalarda bulunmaya götürdüğü için önemlidir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.